Bulunduğun noktadan onlarca yola ayrılan, çatallanan, ortasında kıstırıldığın yerdir zaman, bir labirent. Biz, zaman labirentinde dolanır, geçmişle geleceğin sınırındaki şimdide yer alırız. Bellek Tanrıçası Mnemosyne’ in dokuz kızının, dokuz ilham perisinin gizli kapıları beklediği, dehlizlerinde gezdiğin yerdir bilinç, bir labirent. Bilinç, ya da adına ruh diyebiliriz, bedenle birlikte bizi biz yapandır, varoluşumuz. Görüntülerle, anılarla, hayallerle, yansımalarla, aynalarla çoğalan oyun alanıdır yaşam, bir labirent. Borges’ in dediği gibi, İki aynayı birbirine tutun, olur size bir labirent.
Labirent, Burhan Sönmez’ in İletişim Yayınları tarafından Eylül 2018’ de yayımlanan son romanı.
Aldığı EBDR Edebiyat Ödülü ile geçtiğimiz yıl içinde adından sıkça bahsedilen, özellikle İstanbul İstanbul romanıyla geniş bir okur kitlesine ulaşan Burhan Sönmez, kısa ama o ölçüde derin bir romanla karşımıza çıkıyor bu kez. Roman genç, yakışıklı, yetenekli bir müzisyen olan Boratin’ in arayışını anlatıyor. Benliğini, kaybettiği anıları kısaca kendisini arıyor Boratin. Çünkü Boğaz Köprüsü’ n de ki intihar girişimi sonucunda kaburgalarındaki kırık dışında bedeni sağlam kalsa da belleğini kaybetmiş. Geçmişi hatırlamayan, kim olduğunu bilmeyen ve bu eksilmiş haliyle hayata tutunmaya çalışan Boratin’ le beraber arayışa giriyor okur da. Kayıp zamanı bulmaya çalışıyor. İstanbul’ un sokaklarında, anıların olmadığı bir evde, mermer biblonun hüznünde, ablasının sesinde, Bek’ in dostluğunda, Hayala’ nın parmaklarında, aynalarda ve saatlerde sorguluyor, kayıp hayatının ardına düşüyor. Geçmişini, kendine ait zamanı bulmadan var olamıyor Boratin ve bu arayış varoluşsal bir labirente dönüşüyor.
Yazarın tüm kitaplarındaki anlatım gücünü ve dil hakimiyetini bu romanda da buluyoruz. Anlattığı, daha doğrusu roman kişilerine anlattırdığı hikâye içinde hikâyelerle gene özgün ve özel bir anlatı yaratıyor. Novella da denebilecek bu kısa romanda felsefenin birçok temasına dokunarak sağlam bir felsefi zemin yaratmış Sönmez, hem de hikâyenin akışını ve okurun okuma zevkini kesintiye uğratmadan. Neler yok ki; bellek ve algı, unutma ve hatırlama, ölüm felsefesi, intihar, zaman felsefesi, varoluşçuluk, özgür seçim, iyilik ve güzellik, bilmek ve inanmak, ruh ve beden, dil felsefesi… Bu yazıda zaman felsefesine dair birkaç yol işareti koyarak kitaptaki çoklu anlamları bulma yolculuğunu okura bırakıyorum. Zira zaman, bellekle birlikte kitabın en derin mevzusu. Varoluş, zamansaldır.
“ İstanbul durdu, ben durdum. Eski ile yeni arasındaki zaman geçidinde kayboldum. ”
İnsan hem zamansal hem de zamanda olandır. Sonlu olma durumu en büyük kaygı kaynağıdır ancak hayata anlamını veren de budur. Ölümlü olduğunun bilincinde olan tek canlı insandır ve bu bilinç onu hayvanlardan ayıran, insan olma ayrıcalığını veren temel yetilerden birisidir. Zamanda olmaksa değişimi getirir, geçmişin anılarından gelecekteki umutlara geçerek çoğalan ben’ ler toplamıdır insan. Boratin de “ Rüyada geçmiş yoktur. İnsan yalnızca o ânı yaşar rüyada, geçmişi bilmez. Ben buyum ” diye anlatır eksilmişliğini. Fiziksel ve algısal zaman olarak ikiye ayırabiliriz zamanı. Fiziksel olan saat ve takvimle ölçülür, çizgisel ilerler, nesneldir. Algısal zamansa süre ile tarif edilir. Anılarla geçmişe, hayallerle geleceğe gidip gelen, döngüsel yapıdadır. Kişiseldir, bir saati ya da günü bazen çok kısa bazense çok uzun algılayabiliriz. “ Peki zaman hep aynı hızda mı akıyor? ” diye sorar Boratin de. Kişisel zaman yoksa bellek de yoktur ya da ters açıyla bellek yoksa zaman da kaybedilir. Dünyayı ancak zaman ve mekân vererek belleğe kaydedebiliriz. İnsanın geçmiş ve geleceğiyle bir bütün oluşturması yoluyla varoluş gerçekleşir. Boratin’ in yaşadığı tam da bu varoluşsal kaostur. Geçmişini kaybeden, geleceğini kurgulayamayan Boratin’ in kim ya da kendi deyimiyle ne olduğunu bulma uğraşı.
“ Belleğimi yitirdiğime göre bunca yıllık hayatımı da yitirdim, sıfır noktasındayım ” diyen Boratin’ in kendisini boşlukta, hiçlikte hissetmesi.
Tanrı kavramından sonra felsefenin en çok tartışılan konusudur zaman. Varlığın sırrıdır bir anlamda. Geçmiş zaman iz olarak tanımlanır felsefede. Gelecekse beklenti ve umutlardır. Geçmişle geleceğin ortasındaki şimdi kavramınınsa felsefe tarihinde farklı şekillerde ele alındığı görülür. Kimi filozoflar için gerçek olan tek zamandır. Geçmiş zaman yaşanmış bitmişken gelecek henüz var olmayandır, var olan tek zaman şimdidir. Ancak bazı düşünürler için zamanın parçası bile değildir, henüz söylendiği anda geçmişe karışır. Romanda da Boratin sonsuz bir şimdide sıkışıp kalmıştır. “ Hep aynı yerde, günün aynı saatindeyim ” diye anlatır bu sıkışmışlığı. Anıları olmadığı gibi geleceğe dair hayalleri de yoktur. Geçmişi ve geleceği iki beyaz duvar olarak tarif eder. Zaman labirentinin içinde iki beyaz duvar tarafından tek bir âna, varlığı bile tartışmalı olan bitimsiz bir şimdiye hapsolmuştur. Geçmiş ve gelecekten aynı derecede uzak, şimdiki ana tutsaktır. “ Anlayamıyorum, dese. Bugün varsam yarın da var olabilirim, ama dünde nasıl var olabilirim, diye sorsa. Ona acıyarak bakarlar. ”
Bellek yitimi, zamanı da yitirmek demektir: kişisel tarihin yok olması. Zamanları karıştırır Boratin. Ardışıklık yok, sıra karman çorman, yıllar iç içe… Başkalarının onu tanıdığı ama kendisinin tanımadığı bir dünyaya düşmüş, adeta yeniden doğmuştur. Yabancı bir bedenin içinde hapsolmuş yabancı bir zihindir artık o. Tek güvendiği şey olan bedenini ancak aynalardan tanıyabilir. “ Ben aynadaki yüzüme bile yabancı bakıyorum. Boş kâğıda benziyorum. Ne içerim var ne dışarım. Doğum batım belirsiz, güneyim kuzeyim belirsiz. Hangi yana adım atsam boşluğa düşecek gibiyim. ” Onu hem parçalara ayıran hem bütünleyen aynı şeydir: ayna ve zaman… Saatçinin dedesinden öğrendiği, dünyanın en büyük iki icadıdır ayna ve zaman.
Romanda yer alan sahaf dükkânı ve saatçi, başka bir zamana ait iki mekânmış gibi canlanıyor gözümüzde. Sahaf zamanın olmadığı, saatçiyse birçok farklı saati aynı anda yaşayan yerler sanki. Bu iki fantastik mekân, kitabın girişinde Sönmez’ in alıntıladığı Borges’ in öykülerinden kaçıp Labirent’ in içine saklanan iki yer, iki gönderme adeta.
Metne yoğunlaşmak isteyen dikkatli okur için son bir not: Burhan Sönmez, anlatı zamanını şimdiki zamanda tutmanın ve dilin sınırlarını aşmanın yanı sıra anlatıcıyı her üç haliyle de -ben, sen ve o ( Tanrı anlatıcı ) olarak- kullanıyor. Sönmez böylelikle bu romanda da ne denli usta ve yaratıcı bir söz büyücüsü olduğunu koyuyor ortaya.
* Bu yazı Birgün Kitapeki’nde 13.10.2018 tarihinde yayımlanmıştır.